Cuma akşamını Spice Girls bile çalan Londra barlarında sabahlayarak geçirdikten sonra Soho?da bir kahvaltıyla enerjimizi toplamaya çalıştık. Çok sevdiğim İngiliz usulü sütlü çay güne güzel bir başlangıç oldu. Oxford Street başta olmak üzere popüler caddelerde gezip, son derece limitli alışverişler yapıp bizi festival alanına geri götürecek olan trene bindik. Kamp alanına uzun bir yürüyüş, pantolon tişörtten, şort atlete geçiş sonrasında iple çektiğim Emeli Sande performansını yakalamak için yola çıktık.
Bu sene BRIT ödüllerinde dikkat edilmesi gereken yeni yetenek olarak ödüllenen, ilk albümü ?Our Version of Events? İngiltere?de bir numaraya çıkan ve Olimpiyatların hem açılış hem kapanış törenlerinde yer alan Sande, ana sahnenin o günkü ilk performanslarındandı. Mahşer yeri gibi kalabalığa rağmen devasa sahnenin ses sistemi ve duyulurluğu inanılmazdı. Sande ve tüm diğer isimlerin tam vaktinde çıktığına, bir grubun sahneden ayrılıp diğerinin çıkması arasında sadece yarım saat olduğuna ve bu kısıtlı vakitte kurulan ses sisteminin şahaneliğine dikkat çekerim.
Sande 10 şarkılık kısa setinde Coldplay ve Bob Marley coverlarına da yer verirken, en büyük hiti ?Next To Me? ile sahneye veda etti. Sande?den sonra aynı sahneye James Morrison çıktı. Başta Keane?in saati gelene kadar başka sahneye gitmeye üşendiğimden izlediğimi söyleyebilirim ama Morrison?ın performansı da oldukça keyifli geçti. Özellikle final şarkısı ?You Give Me Something?de tüm kalabalıkla birlikte dans ettik.
Keane festivalde en çok izlemeyi istediğim gruplardan biriydi. Sahne sırası geldiğinde açılış şarkısı ?Crystal Ball?a bağıra çağıra eşlik ettim. Son albümü Strangeland?e tam anlamıyla hakim olmasam da grup zor anlaşılır bir müzik yapmadığından tanıdık olmayan şarkılar bile eğlenceli geçti. Normal olarak ?Everybody?s Changing?de boğazımı epey zorladım.
Benzer vakitlerde festival alanındaki kullanılmış karton bardak başına 10 penny ödeyen bir kiosk keşfettik. Hem eğlenip hem çalışarak üç kişi 160 bardak toplayıp, 16 pound?u aramızda paylaştık. En azından bir tren bileti parası çıkmış oldu.
Keane sonrasında ana sahneden ayrılıp, geze kaybola diğer sahnelerin yoluna düştük. 10.000 kişilik bir çadır olan Arena Stage?de Gossip?in sahne sırası gelmek üzereydi. Dar boş vakitlerde ağaçların gölgesinde uzanarak enerjimizi topladık ve Gossip?i seyretmeye gittik. Solist Beth Ditto çıplak ayakları ve kısa şortuyla selülitfobiklere adeta meydan okuyordu. Bir yandan sigarasını birasını içen bir yandan boğazını yırtarcasına şarkı söyleyen Ditto?nun ses telleri kaç sene daha bizimle olur bilemiyorum ancak o günkü müzikal ve fiziksel performansı şahaneydi. ?Heavy Cross? ile kendimizden geçerken Ditto da seyircilerin arasına indi ve birkaçını öptü. Festival boyunca gördüğüm tek pogonun da bu performansa denk geldiğini ekleyeyim. Aşırı sarhoş bir İngiliz arkadaşın çabalarıyla başlayan itmece, akıl almaz İngiliz sabrı sayesinde olaysız bir tepinme olarak kaldı. Üstüne basılan, itilip kakılan herkesin hoşgörüsü görmeye değerdi. O çocuk aynı eforu Türkiye?de gösterse pogo mogo demeye kalmaz dayağı yerdi sanıyorum. Ki benzer sakinliklere festivalin kalanında da şahit olduk. Defalarca havalarda savrulan dolu bira bardakları, su şişeleri insanları ıslatıp kafalarına düştü ve her birinde verilen tepki şaşkın bir gülümseme oldu.
Gossip sonrası bir şeyler yemek ve biter bitmez şehre koşacağımız Ed Sheeran konseri öncesinde hazırlanmak için kamp alanına geçtik. Bir önceki akşamdan dersimizi aldığımız için lüzümsuz sweatshirtleri çadırda bırakıp yola koyulduk. Zira çadırı kurduğumuz alan soğuk olmasına rağmen 5 dakika yürüdükten sonra hava sıcaklıyor, şehirde ise sabaha kadar serin bile olmuyordu. Londra?nın bize hava anlamında böyle bir güzellik yapmış olduğuna hala inanamıyorum.
Festivalin en çok beklediğim ismi olan Ed Sheeran?ın performansı inanılmazdı. 21 yaşındaki bu yetenekli arkadaşımız, sadece 2009?da 300 küsür konser veren, onlarca dijital EP yayınlamış çok çalışkan bir müzisyen ve gitar uzmanı. Geçtiğimiz yıl ilk solo albümü ?+? yayınlandı ve İngiltere?yi kasıp kavurdu, dünya çapında toplam 2 milyon kopya sattı. Ne kadar özel bir şarkı yazarı olduğunu albümünü dinleyip görmelisiniz, zira sözle anlatmak yetmeyecek. Hem rap yapacak kadar yoğun söz yazan, hem çok keyifli akustik bestelere imza atan, hem gitar çalan bu adam sahneye tek başına çıktı. Bir loop pedal eşliğinde (kaydettiğiniz sesi tekrar tekrar döndüren, üstüne başka sesler eklemenize izin veren ve bu sayede katman katman kayıtlarla, bir süre sonra tek bir müzisyeni bir orkestraya çeviren bir alet) çadırdaki 10.000 kişinin hep bir ağızdan her kelimesine eşlik ettiği bir konser verdi Sheeran. Tabii ki o kalabalık, çadıra fazla geldi ve 9 şarkılık setin daha başında bile ortam saunaya dönmüştü. Fakat güzel dekor, inanılmaz şarkılar, Sheeran?ın 40 yıllık bir sahne adamı kadar ustaca tavrı dinletiyi acayip bir tecrübeye çevirdi. Example, Mikill Pane ve Rizzle Kicks rap performanslarıyla konuk olarak sahneye çıktılar. Final şarkısı ?You Need Me, I Don?t Need You? ekstra kıtalarla ve seyirci katkısıyla 10 dakikadan fazla sürdü. Tam kendimizi çadırın daha havadar kenarına atmaya yelteniyorduk ki konser de sona erdi.
Yurtdışında satılan Evian ve bir sürü marka içme suyunu son derece tatsız bulduğumu bu noktada eklemek isterim. Festivaldeki musluk suyunun pek ahım şahım olmasını beklemezken 2.5 poundluk şişe suyunun adamı ihya etmesi gerekirdi bence, ki etmiyor. Sheeran?ın 1 saatlik performansı boyunca sıcak ve su kaybından bayılırken, çıkışa 20 küsür dakikalık bir yürüyüş, trene giden mekik serviste 15 dakika diye diye istasyona geldiğimizde susuzluktan ölmek üzereydik. İşin kötüsü para bayıldığımız sular da tatmin etmiyordu. Bir Türk markası olsa da kana kana içsek derken, su almak için girdiğimiz ilk yer Türk dükkanı çıktı. Burada o tanıdık yerli su markalarından birini görünce duyduğum sevinci anlatamam. Gerçi memleket muhabbetine girip treni kaçırmak istemediğimden Türk olduğumu çaktırmadım ama belki de bir şişe Hayat Su?ya bakarken gözümde beliren ışıltıdan anlamışlardır.
Devamı için tıklayın: V Festival – Pazar Günü